
Öcalan'dan Devlet-Komün İkilemi: Marksizme Meydan Okuma mı?
Abdullah Öcalan'ın devlet ve komün arasındaki ikilemi tarihsel materyalizmin merkezine yerleştirmesi, Marksist teoriye cesur bir meydan okuma olarak değerlendiriliyor. Öcalan, sınıf analizini ikinci plana atarak toplumsal çatışmanın temel kaynağını devletin baskıcı doğası ile komünün özgürlükçü potansiyeli arasındaki gerilimde buluyor. Bu yaklaşım, önümüzdeki dönemde sıkça tartışılacağa benziyor.
Öcalan'ın Devlet Anlayışı
Öcalan'ın siyasal-sosyal felsefesinde devlet, en önemli kavramlardan biri olarak öne çıkıyor. Tüm paradigma, devlet ve ona dair dönüşüm ile başlıyor ve diğer tüm kavramlar bu kavrama göre şekilleniyor. Öcalan, devleti statik bir olgu olarak değil, belirli tarihsel ve toplumsal koşulların ürünü olarak görüyor. 90'lar sonrası devlete dair gözlemleri ve anti-ulus devlet cephesinden söz üretmeye başlamasının nedenleri, ayrı bir inceleme konusu.
Öcalan'a göre devlet, insanlık tarihinin belirli bir aşamasında, toplumsal artı-zamanın birikmesi, özel mülkiyetin ortaya çıkması ve toplumun egemenler ve ezilenler olarak sınıflara ayrışmasıyla birlikte şekillenmeye başlıyor. Ancak, devletin kökenini sadece ekonomik temelli sınıf çelişkilerine indirgemiyor; cinsiyet temelli ataerkilliği de önemli bir sömürü biçimi olarak görüyor. Bu ve benzeri argümanlar, Öcalan'ın Marksizmden ayrıldığı noktaları oluşturuyor.
Öcalan, devletin tamamen ortadan kalkmasını savunmuyor; özgürlüklere saygılı, demokratikleşmiş bir devletin mümkün olduğunu ifade ediyor. Devlet-demokrasi formülü, bir eleştiri değil, bir yeniden kurma teklifi olarak ortaya konuyor. Devletin yok edilmesi değil, demokratikleşerek sivil toplum lehine geriletilmesi hedefleniyor.
Komün: Devletin Antitezi
Öcalan, komün tartışmasını açarken, tarihin esas olarak sınıfların kavgası değil, devletin baskısı ile toplumsal komünün özgürlük mücadelesi arasındaki sürekli gerilim olduğunu savunuyor. Ona göre, sosyalizmin görevi, sınıf diktatörlüğünü değil, etik-politik komünlerin devlet karşısındaki özyönetimini kurmaktır. Öcalan, toplumu özünde komünal bir olgu olarak görüyor ve gerçek sosyalizmin komünün devlet karşısında özgürleştirilmesiyle mümkün olacağını ileri sürüyor.
Öcalan'ın analizinde, demokratik ulus kavramı ile kapitalist bireycilik arasında köklü bir karşıtlık bulunuyor. Özgürlüğün, bireyin toplumla olan bağında, özellikle komünal yaşamda gerçekleştiğini savunuyor. Komün, bireyin özgürce kendini gerçekleştirdiği, ahlaki sorumlulukla bağlı olduğu ve demokratik bir şekilde işleyen temel toplumsal birim olarak öne çıkıyor.
- Özgürlük, bireyin komüne katılımıyla mümkün olur.
- Komünsüz birey, gerçek anlamda bireyselliğini gerçekleştiremez.
- Birey, komüne karşı ahlaki sorumluluk taşır; komün de bireylerini korur ve yaşatır.
Sonuç: Yeni Bir Sosyalizm Tahayyülü
Öcalan'ın devlet-komün diyalektiğine dayalı tarihsel materyalizm ve sosyalizm anlayışı, hem geçmişi yeniden yorumlamayı hem de gelecek için özgürlükçü bir alternatif sunmayı hedefliyor. Bu yaklaşım, yeni bir sosyalizm tahayyülüne zemin hazırlıyor. Öcalan, komünlerin yasalardan ziyade "etik" ile yönetileceğini ve "demokrasi"yi temsil edeceğini vurguluyor. Bu, hukuki formalizmin ötesinde, toplumsal ilişkilerin ahlaki ve politik bir temelde yeniden düzenlenmesini tarif ediyor. Devlet küçüldükçe komün büyür; özgürlük de bu büyümenin ta kendisidir.