
Aznavour'un Anlattığı: Diaspora, Acı ve Saklanan Gerçekler
Mösyö Aznavour (Monsieur Aznavour, 2024) filmi, 22 Mayıs'ta Almanya'da gösterime girdi ve filmin başında 1915'e dair fotoğraf ve videoların çıkması, inkâr diline maruz kalmış izleyici için şaşırtıcı ve rahatlatıcı bir deneyim oldu. Film, diaspora, acı ve saklanan gerçekler üzerine düşündürücü bir anlatı sunuyor. Bu yazıda, filmi anlamaya ve anlatmaya çalışacağım.
Diaspora ve Kimlik Arayışı
Diaspora, mekânsal ve zamansal bir kopuşu ifade eder. Aznavour örneğinde, Fransa'da doğmuş bir diaspora çocuğu olarak, ailesinin dilini, kültürünü ve tarihini bilmeyen bir yabancı ülkede kendi kaderini belirlemek için büyük çaba sarf etmiştir. Diaspora, aynı zamanda geri dönüşün imkânsızlığıdır; geri dönülecek mekânın ve zamanın yok olmasıdır. Bu durum, beraberinde özgürlükçü bir yanı getirirken, aynı zamanda bu imkânsızlığın yarattığı korkuyu da barındırır.
Filmde, Aznavour'un Amerikan müziğine olan benzerliğinden bahsedilmesi dikkat çekicidir. Ancak Aznavour, Sinatra'dan farklı olarak, daha karanlık tonların ve temaların müzisyenidir. İkinci Dünya Savaşı'ndan çıkmış, geçmişi unutmak isteyen Fransız kitleleri için Aznavour fazlasıyla hüzünlüydü. Fransa'da acıya sadık kalanlar belki de Yahudiler, Ermeniler ve diğer göçmenlerdi.
İnkâr ve Uroboros Döngüsü
Geçmişin acısını bir daha hissetmemek için, önce onu yaşayabilmek gerekir. Ancak devletin dili, acının yaşanmasına izin vermeyip onu sürekli bastırarak bu süreci bitmeyen bir sarmala dönüştürüyor. Yaşayamadığımız acı, tekrar tekrar dayatılan, durmaksızın geri dönen bir hâle geliyor. Bu durum, inkârcı siyasetin bir uroboros (kendi kuyruğunu yeme) döngüsüne girmesine neden oluyor. Bu döngü, hükümetlerin değişmesiyle değil, bu siyasetin üzerine kurulu olduğu temellerin sarsılmasıyla sona erebilir.
Filmin ilk sahnesi, gerçekliğin açık bir şekilde gösterilmesiyle başlıyor. Bu durum, saklanan bilgilerin, paylaşılmayan kararların ve bilenlerin bilmiyormuş gibi davranmalarının konu hâline gelmesine neden oluyor. "Ermeniler kendilerini saklıyor" denmesi, aslında ülkede bir soykırımın yaşandığını ve bunun günümüze dek uzanan baskı mekanizmalarıyla hâlâ sürdüğünü dolaylı olarak kabul etmek anlamına geliyor.
Müzik ve İyileşme
Mösyö Aznavour filminde müzik, onun ve çevresindekiler için mutluluğun nedenine dönüşmüştü. Bu mutluluğun bedelleri ise bireysel kaderler üzerinden anlatılıyordu. Aznavour'un müzik geçmişi, evlerine ve restoranlarına gelen Romanlar, Yahudiler, komünistler ve Ermenilerin ortak hafızasına dayanıyordu. Annesi Knar Baghdasarian'ın İstanbul'da Ermenice yayımlanan bir gazetede çalıştığı ve babasının Sayat-Nova'nın dizelerini büyük bir duyarlılıkla seslendirdiği filmde yer almayan önemli detaylardır.
Edith Piaf’ın “benim küçük dahim” diye nitelendirdiği Aznavour’un sanatsal yeteneğini, bu çokkültürlü geçmişten ve kuşaktan kuşağa aktarılan hafızadan beslenerek geliştirdiğini düşünebiliriz. Sanat, siyaset ve ezilenler arasındaki ilişkiyi anlamak için Aznavour'un hayatı önemli bir örnek teşkil ediyor.
Sonuç olarak, Mösyö Aznavour filmi, diaspora, acı, inkâr ve kimlik arayışı gibi önemli temaları ele alırken, Charles Aznavour'un hayatı üzerinden evrensel bir insanlık hikayesi anlatıyor. Film, izleyiciyi düşünmeye ve kendi gerçekleriyle yüzleşmeye davet ediyor. Bu film, soykırıma dair görüntüleri ve videoları öylesine doğal bir şekilde içine yediriyor ki, Türkiye’de benzeri olmayan bu doğallık üzerine insan konuşmak istiyor.